Cartagena'daki şu sayılı günlerimin birinde Tayrona’ya gideceğim aklımın ucundan bile geçmiyor, Tayrona’nın fotoğraflarını görmüştüm, ismini bile hatırlamıyorum ama her şey oraya gitmem için peşi sıra birbirini izliyor. Cartagena’ya vardığımda gece olmuş, hava kararmış, havaalanından bindiğim taksi sahil boyunca ilerleyip eski şehire yaklaştığında dar sokaklardan içeri doğru giriyor. Getsemani sokakları gece saat 11’i gösterse de insanlarla dolu, Trinidad meydanı geçer geçmez duruyoruz ve şoför bana soldaki dar sokağı gösteriyor, ‘işte burası, buraya araba girmiyor’, inip elimdeki ufak tekerlekli valizle ilerliyorum. Daracık bir sokakta birbirine bitişik iki katlı evlerden biri olmalı ama hangisi. Çocuklar bana yardımcı oluyor ve kalacağım yeri buluyorum. İki katlı yedi odalı bir butik otel. Sabah uyanıp aşağı kahvaltı yapmaya iniyorum, yanımdaki masada bir gezgin, konuşmaya başlıyoruz. Tayrona’ya gitmek istediğinden bahsediyor, ‘hadi gidelim’ diyerek ertesi gün saat sabah 5’teki otobüse rezervasyon yapıyoruz. Cartagena’dan sahil boyunca doğu tarafa doğru Santa Marta yönümde yaklaşık 5 saatlik bir yolculuk. Tayrona ulusal parkının kapısındayız, ziyaretçilerin tamamına yakını yabancı turistler. Bizim gibi internetten biletinizi almış olabilir ya da kapıda alabilirsiniz, pasaportunuzu getirmelisiniz. Araçlar sizi trekking rotasının başladığı yere götürüyorlar önce, yaklaşık 10 dakikalık bir yolculuk parkın içinde. Sonra inip yürümeye başlıyorsunuz. Park oldukça büyük, dağların arasında vadilerden geçiyorsunuz, okyanus kıyısına varıyorsunuz, sonra tekrar dağların arasına giriyorsunuz. Sadece yürüyerek ya da atlarla yol alabilirsiniz. Başka hiçbir araç kabul edilmiyor parkın içine. Yürüyeceğiniz yerler tahta çıtalarla yürüyüş yolu olarak karşınıza çıksa da çoğunlukla taşların ve ağaçların arasından doğal bir şekilde yürüyerek açılmış patikalar, ben parmak arası terliklerle idare ettim ama çoğunluk spor ayakkabılıydı. Suyunuz olsun mutlaka, yorucu bir rota. Kampın sonunda vardığınız alan okyanus kenarında bir plaj, olağan üstü güzellikte. Yuvarlak kayalar, sahile vuran masmavi Karayip denizi, arkasında ağaçlar ve palmiyeler, sonsuz akadar kalmak isteyeceğiniz bir yer. Parkın adını aldığı yerli kabile Tayronalar bir cennette yaşadıklarının farkında mıydı…Organize turlarla gelenler sabah gelip akşam dönüyorlar, fakat bu kadar büyük bir yerin keyfini çıkarmanın yolu burada bir gece konaklamak. Parkta kamp çadırı ve hamak sunan birkaç yer var. 8 ila 10 dolar arasında değişiyor fiyatları. Ortak banyoya ve tuvalete sahip kamp alanına geldiğinizde tüm gün tırmanmaktan ve yürümekten o kadar yorulmuş oluyorsunuz ki gerçekten nerede yattığınızın farkında bile olmadan uyuya kalıyorsunuz. Elektrik yok, sadece parkı paylaştığınızı canlıların sesleri ve göğün altında buralara gelmiş bir avuç ‘deli’ gezgin, paha biçilmez bir deneyim.