San Francisco’dan sabah çıkıp akşama kadar süren tren yolculuğunun sonunda akşamın ilk saatlerinde Santa Barbara’ya varıyoruz. İlk izlenimlerimiz telaştan uzak, okyanus kenarında yavaş yavaş adımlayan insanlar, hayatın sanki hep güzel olduğu bir yer burası. Üst orta sınıf Kaliforniyalıların yazlık ve hafta sonu dinlenme yeri olmalı. Uzun bir sahil şeridini bisikeltle boydan boya geziyoruz, ana caddesi State Street üzerinde plakçılar, dondurmacılar, deniz ürünleri restoranları, Santa Barbara’yı tepeden seyredebileceğiniz Adliye Sarayı’nın terası, tüm Kaliforniya seyahatimiz boyunca en mutlu olduğumuz yer burası. Santa Barbara’nın kemerli tavanı ile şirin tren istasyonundan yine iki katlı Amtrak trenimize binip bu sefer San Diego’ya yola çıkıyoruz. Yine Pasifik kıyısından usul usul ilerleyerek, bu sefer Los Angeles’ı da geçerek- istasyonda durduğumuz birkaç dakika bize şehrin devasa boyutlarıyla ilgili bir ipucu veriyor- akşam üzeri San Diego’ya varıyoruz. San Francisco’nun puslu ve Avrupai havası ve kültürel etkinliklerin çokluğu ya da Los Angeles bir ülke olacak boyuttaki hareketliliği ile kıyaslayınca San Diego’da daha az vakit geçirebilirsiniz. Burada da mahalle isimlerinden tutun, mimari stillere, iklimden göçmen profiline kadar, hispanik havayı solumak mümkün. Balboa Park’a uğramayı unutmayın.