İstanbul boğazının sonunda Marmara Denizi ile Karadeniz’in birleştiği noktada bulunan Rumeli Feneri de Bienal mekanlarından biriydi, açıkçası neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk, tekne ile oraya kadar gidecektik ama tekneden inecek miydik, uzaktan mı görecektik, pek de bir fikrimiz yoktu. Boğaz bitti, yapılmakta olan üçüncü köprü geçildi ve solda Avrupa tarafında deniz feneri göründü, yaklaşıyoruz, fenerin beyaz dış cephesinde kare içinde dalgaya benzeyen bir çizgi- eğri demek daha doğru, kareyi aşmak üzere, hatta biraz dışına çıkmış, yanında bir yazı: on the verge (türkçesi ‘eşikte’ demek; ‘ramak kala’ diye çevirmişler). Aklımıza gelen lk soru: ‘neye ramak kala?’, ‘neyin eşiğinde?’ hayatın? başka bir denizin başladığı, bir denizin bittiği bu yer neyin sembolü? fiziksel bir eşik mi bu, ruhani mi, duygusal mi? Sınırları belli köşeli bir karenin dışına çıkmaya çalışan bu eğri belli bir düşünce kalıbının, bir haleti ruhiyetinin dışına çıkma çabası mı? Hepimizin tanıdığı çok insani bir tereddüt bu eşik: yapmak ile yapmamak, kalmak ile gitmek, başlamak veya başlamamak, bırakmak ya da bırakmamak… Amerikalı sanatçı Lawrence Weiner’ın önceki yaptıklarına bakmak gerekir; bir devamlılık arz eden sembol-motto serisi bu: birçok müze duvarında ya da dış mekanlarda bir duvar üzerine yazılı aynı font ile yazılmış kısa metinler… ‘to see and be seen’, ‘as long as it lasts’, ‘as far as the eye can see’, ‘placed on the tip of a wave’,… neyi tanımlıyor bu sözcükler, neye düşünmeye sevkediyor?.. biraz empresyonist bir hal seziyorum, bir hal, bir an, bir durumun dondurulup birkac kelimeye dokulmesi…