Havana’nın eski şehrindeki beş meydandan biri ve en son inşa edileni Katedral Meydanı ve bence en güzeli, sizi girdiğiniz anda içine alan ve daha çok kalmayı istediğiniz meydanın bir tarafında meydana ismini veren katedral. Küba Barok’u denen stilin en güzel örneklerinden.
Katedralin bir tarafını kaplayan meydanın diğer üç tarafında 18. yüzyıl aristokrasisinin ikamet ettiği şık evler yer alıyor. Karşı köşede Havana’daki en zarif ve güzel binalardan biri, iki katlı taş ev, ön cephesinden mavi panjurları ile güneşin vurduğu Casa Bayona, aşık olacaksınız. Bir diğer köşede Casa de Don Luís Chacón bugün Kolonyal Sanat Müzesi olarak hizmet veriyor. Meydana çıkan sokaklardan Mercaderes Sokağına girerseniz Kübalı sanatçı Andrés Carrillo’nun duvar resmini göreceksiniz, 19. yüzyıl Küba’sından 67 önemli santçı, entelektüel figürü resmetmiş.
Benim hafızamda Katedral Meydanı’nın ayrı bir yeri var. Havana’da geçirdiğim günlerde saat farkından dolayı erkenden kalkıyorum, sahilde Malecon boyunca biraz yürüyüp bu en sevdiğim meydana varıyorum, Katedral Meydanı. Ama saat hala çok erken ve Katedral henüz açılmamış. Bu sefer bir Pazar günü, ayin olacağı besbelli, bu sefer yere çöküp biraz bekleyeyim, bu töreni kaçırmayayım diyorum. Oturduğum kaldırımın sol tarafında kapının önünde iki sandalye, müzeyi bekleyen iki görevli. Biriyle sohbet etmeye başlıyorum, sonrada sohbete katılan diğerinin yüzü başka bir ırka ait olduğunu söylüyor. Küba’da siyahlar ve Avrupalı aileler ile karışmış melezler dışında belli bir yerli ırkın yüzlerini görmek güç. Yüz hatları Maya veya Azteklerinkini andırıyor, siyah saçlar, hafif çekik gözle, çıkık elmacık kemikler. Konuşması yumuşak, çok sevecen… Yine Türkiye’den birini görmenin şaşkınlığı, laf lafı açıyor, 2012’nin Aralık ayındayız, bir 21 Aralık beklentisi çılgınlığıdır gidiyor. Alfonso meğer Maya asıllıymış ve Honduras’tan gelmiş; İstanbul hakkındaki bilgisi beni şaşırtıyor. Alfonso’ya selam!