Panama deyince akla ilk gelen şey tabi ki Panama Kanalı. Öyle ki neredeyse ülkenin ismi bu kanal ile özdeşleşecek kadar birlikte anılıyor.
Daha yirminci yüzyılın başına kadar, 1903’e kadar Panama Kolombiya’nın bir parçası idi. Fransızlar 19. yüzyılın sonunda 1880-1901 arası kanalın yapımını üstlendiler, bitiremediler ve 1903’de Amerikan yönetimine devredilen kanalın yapımı on bir sene sonunda tamamlandı. Bağımsızlığını 1903'te kazanan Panama bugün aynı zamanda kanalın yönetimini de üstlenmiş durumda.
Panama’ya vardığınızda ilk karşılaştığınız yer Tucumen uluslararası havaalanı size oldukça hareketli gelecek, her tarafınızdan yolcular geçecek, sıra sıra dükkanların arasından sıcak bir ülkenin giriş kapısına doğru ilerleyeceksiniz. Bu kargaşanın nedeni terminalde hem gidiş hem gelişlerin aynı yerden yapılıyor olması, yani normalde olduğu gibi gidiş terminali ve geliş terminali ayrı yerler değil. Dışarı çıktığınızda dikkat etmeniz gereken ilk şey: taksiler. Çünkü Panama’da taksi tuttuğunuzda o taksi gideceğiniz yol boyunca size ayrılmış özel bir araç olarak algılanmıyor. Şoför aynı yöne giden başka bir yolcu varsa durup onu alabiliyor ve Panama’lılar bunu normal karşılıyorlar. Siz anlaştığınız fiyatın tamamını ödeseniz de (örnek: havaalanı-merkez USD 30) taksi şoförü durup yine para tahsil edeceği başka bir yolcuyu alabiliyor ve sizin ödediğiniz ücret üzerinden hiçbir indirim yapmıyor. Aslında bu kurala uygun değil ve sizin şoföre başka yolcu almayacaksın uyarısı yapmanız gerekli. Eğer bu tip durumlarla karşılaşmak istemiyorsanız otelinizden özel bir araç kiralayabilir (biraz daha pahalıya çıkacaktır) ya da Uber kullanabilirsiniz.
Şehre yaklaştıkça gördüğünüz gökdelenler ve solunuzda kalan okyanus size biraz Dubai, biraz Miami havası verecek. Panama şehri bankacılık anlamında Avrupa’da İsviçre’ye benzer bir şekilde bir merkez olarak gelişmiş. Şehirde aynı zamanda büyük bir Yahudi topluluğu da yaşıyor ve birçok ticari işletmenin sahipleri. Ülkede Amerikan doları kendi para birimleri ile aynı değerde ve gündelik hayatta da geçerli; bu da demek oluyor ki Amerikan dolarlarınızı değiştirmeden rahatça her yerde kullanabilirsiniz. Aslında şehrin genel havasında da Amerikanize bir hal hakim, ülkeye gelen çok miktardaki Amerikan turistleri etrafınızda sıkça görüyor olmanızdan da kaynaklanıyor bu.
Panama’da görmeniz gereken belli başlı yerler: eski şehir ‘Casco Viejo’, oldukça bakımlı birçok binanın restore edilmekte olduğu bu eski şehrin sokaklarında defalarca yürüyüp kafelerinde, restoranlarında, meşhur Panama şapkası satan dükkanlarında gezmek yapılacak en güzel şeylerden biri. Kanalı görmek için Miraflores Locks denen gemilerin geçtiği noktaya gitmeniz gerekiyor. Sabah 9’a kadar ya da öğleden sonra 2'den sonra gitmeniz tavsiye ediliyor gemilerin geçişini görmeniz için. Gemilerin geçişi derken bizim Boğaziçi’nde olduğu gibi kenardan yürüyüp gemilerin yanı başınızdan geçtiğini hayal etmeyin. Bu dar noktaya yaklaşmış bir gemi çok yavaş bir şekilde kanaldan geçerken siz bir terastan bunu seyrediyorsunuz. Aynı zamanda müzeyi de gezip kanalın yapımına ilişkin önemli bilgiler ediniyorsunuz. Miraflores biletinizi Biomüze bileti birlikte almanızı tavsiye ederim (ikisi için 25 USD lik bir paket fiyat ödüyorsunuz).
Biomüze ünlü mimar Frank Gehry imzalı çatısı rengarenk egzantrik binanın olduğu okyanus kenarında Amador denen bölgedeki bina, Gehry Bilbao’daki müzenin de mimarı aynı zamanda. Panama’nın dünyanın en zengin bio çeşitliliğe sahip yer olduğunu, milyonlarca yıl önce nasıl iki kıtanın birbirinden ayrı ve daha sonra birleştiğini sergide öğreniyorsunuz. Kesinlikle görmeniz tavsiye edilir. Eski şehirde bir başka Kanal ile ilgili müze Interoceanico yani Okyanuslar arası Müze. Eğer Panama’da daha uzun süre kalıyorsanız şehrin dışında birçok ulusal park, dalış noktası, kuş severler için harikulade güzellikte yerler var. Şehrin içinde bile kuşlarla birlikte yaşadığınız şapkalarına hayran kaldığımız bir yer Panama.