Bir yeri tanımadan önce kafanızda okuduklarınızdan hayal ettikleriniz ve oraya gidip gördükten sonra hafızanızda kalan görüntüler anlatıyor şehirleri.
Mardin sokaklarında bir Temmuz ayı kırk derecenin üzerinde bir sıcaklıkta yürürken geçtiğimiz camiler, kiliseler, teraslar, tüneller… Ama öncesinde kitaplar. Mardin eski şehrini görmeden önce Murathan Mungan’ın kitabından okumuştum, diyordu ki “Paranın Cinleri”nde, “Mardin’de taşın kullanımı çok önemlidir. Birbirine “Abbara” denilen karanlık tünellerle bağlanır sokaklar. Abbaraların çoğu evlerin altından geçer. Işıktan koparak birkaç metre yürürsünüz karanlığın içinde; yukarıda odalar, sofalar, hayatlar… Abbaradan çıktığınızda sokak bitmemiştir. Bir süre sonra yeniden karşınıza dikilir. Birkaç “Kültür” geçmiş Mardin’in üzerinden, hepsi de bir şeyler bırakıp gitmiş. Bunlar eklenmiş birbirine, birbirlerini tamamlayarak büyümüş şehir.”
Mardin’in belki de daha dünyanın farkına varmadığı çok kültürlü yapısı zengin tarihine dayanıyor. 12 ile 15. yüzyıllar arasında Artuklu Hanedanlığı’nın başkentliğini yapmış. İslami eserlerin çoğu bu döneme ait.
Eski şehirdeki yürüyüşe başladığımız yer bunlardan biri. Abdüllatif Camii diğer adıyla Latifiye Camii Cumhuriyet alanının güneyinde kalıyor, camiinin taç kapısında 1371 yazılı, Selçuklu mimarisini andıran zarif bir tarzı var, avlusuna girdiğimizde dua okuyan imamın Arapçasından kendi ana dili olduğunu tahmin ediyoruz, alışık olmadığımız bir tınısı var.
Mardin’de çokça Süryanice, Arapça duyacaksınız. Ama İslamiyet’in bu topraklara gelmesinden çok daha önceleri ilk Hristiyanların, M.S beşinci yüzyıla dayanan geçmişleriyle Süryanilerin mirası. Hem eski şehrin kiliseleri hem de şehrin dışındaki manastırlar ziyarete açık. Bunlardan biri Latifiye Camii’den yürüme mesafesindeki eski şehrin merkezindeki kiliselerden biri Kırklar Kilisesi. Asıl adı Mor Behnam Kilisesi, 6. yüzyılda yapılmış bir Süryani kilisesi- Hristiyanlık tarihinde Kırklar şehit mertebesine ulaşmış kırk kişi için kullanılır, 3. yüzyılda Roma İmparatorluğu tarafından baskı altına alınan ve Sivas’ın yakınlarında buz bir gölete atılmışlardı, anlatıldığına göre göletin üzerinde bir ışık belirmişti. Bu ilk inananlar evrensel şehit mertebesine ulaşırlarmış- Süryaniliğin ortaya çıkışı Hristiyanlığın beşinci yüzyılında toplanan Konsil’de tartışılan iki farklı görüşten birini benimseyen- Hz İsa’nın tek bir doğası olduğu ve bunun da Tanrısal olduğu görüş- grubun kendini ayrıştırmasına dayanıyor. Süryaniler bugünkü Mardin’in olduğu bölgeyi bir inziva alanı gibi görmüşler ve bölgede birçok manastır inşa etmişler. Bunlardan belki en önemlisi 1930’lara kadar Süryani Patrikliği’nin merkezi olan Deyrülzafaran Manastırı. Tarihi çok da eski aslında, 4500 yıl öncesinde güneşe tapılan pagan tapınağının bulunduğu yere kurulmuş, senenin 365 gününü temsilen 365 odasının her biri dünyanın güneşin etrafında geçirdiği bir günü temsil ediyor. Önünde uçsuz bucaksız uzanır gibi görünen Mezopotamya ovası, Suriye topraklarının hemen yirmi kilometre kadar ötede olduğunu belli etmiyor sanki.
Eski şehrin teraslarının birinde seyrettiğimiz Mezopotamya’nın akşam ışıklarındaki hali ve buranın insanının tarifsiz sıcaklığı.