Lizbon’u bu kadar özel kılan, kendine has havasını oluşturan, sanki Avrupa’nın diğer şehirlerine ait değil de başka bir dünyanın parçası olduğunu söyler gibi bize seslenen bu ufak şehrin derin ruhunu tarif eden şey ne? Eski şehrin dar sokakları arasında birden bir film setindeymiş gibi beliren tramvayın ritmi mi, tepelerin arasından birbiri ardına dizilen çatıları mı, köşe başlarında yakaladığınız kafelerinde oturanların imrenilesi sakin hali mi, nehrin buruk rengi ya da şehrin melankolisiyle özdeşleşmiş ismi Fernando Pessoa’nın dizeleri mi?.. Türkçe’ye çevirirsek şair Fernando Hiçkimse. ‘Pessoa’ Portekizcede hem kişi, hem de hiçkimse anlamına gelir. Birden fazla karakterin ağzından şiirler yazmıştır: Alberto Caeiro, Alvaro de Campos, Ricardo Reis, Bernardo Soares… Ölümünden sonra bulunan ‘Huzursuzluğun Kitabı’ adlı eseri dehasını fazlaca doğrular. -Yazdıklarının öldükten sonra keşfedilmesi Kafka’nın hayat hikayesini hatırlatıyor biraz.- Kısa yaşamının çoğu bu şehirde geçiyor Pessoa’nın (çocukluğunu Güney Afrika’da geçirdiği senelerini saymazsak); hiç ayrılmadığı bir yerde sanki en uzak diyarlara yolculuk etmiş gibi yazabildiği ‘Denize Övgü’ adlı uzun bir şiiri var mesela, tamamen nehre yanaşan ve nehirden ayrılan gemilerin onda yarattığı hayal gücüne dayanarak yazmış. Hem yaşadığı yerden ayrılmak için duyduğu büyük bir arzu, hem de nereye giderse gitsin kendini de yanında taşıyor olmanın verdiği bilinçle pek de farklı bir şey bulamayacağına dair ümitsizliği. Belki de yazısını bekleyen en büyük çelişki bu. Düşünceye, rasyonel akla karşı tavrı oldukça keskin, sanki tüm sorunların kaynağı düşünmek. Bir şiirinde yazdıklarını burada geçirdiğim birkaç gün boyunca dönüp dolaşıp tekrar okuyorum:‘….
İnanırım Dünya’ya bir papatyaya inandığım gibi, çünkü görürüm onu.
Ama düşünmem.Çünkü düşünmek anlamamaktır…
Onu düşünmemiz için değil, biz ona bakalım ve onunla uyum içindeOlalım diye yaratılmıştır dünya.
Felsefem yok, duyularım var benim…
Doğadan söz ediyorsam, onu bildiğimden değil, sevdiğimdendir bu, onu sevmemin nedeni de sevenin neyi sevdiğini, niçin sevdiğini ve sevginin ne olduğunu asla bilmemesidir.
Sonu olmayan bir masumiyettir sevmek.
Tek masumiyet de hiç düşünmemek.’