Marais ile Les Halles bölgeleri arasında yer alan Centre Pompidou Kültür Merkezi dışarıdan fabrika bacalarını andıran rengarenk boruları, postmodern tarzı, büyük salonları, neon ışıklı galerileri ile genç ve yenilikçi havasını yapıldığı 1970’lerden bu yana hala koruyan bir yer. Aynı zamanda Ulusal Kütüphane ve Ulusal Modern Sanat Müzesi’nin bulunduğu bina Pompidou merkezi. Binanın kendisi içi dışına çıkmış bir halde sanki iç organları dışarıda yer alan bir canlı yapı.
Burada her zaman ilginç bir sergiye rastlayabilirsiniz. Bunlardan biri Japon mimar Tadao Ando üzerine. 1995’te mimarlık Nobel’i Pritzker Ödülünü alan Ando Japon minimalizminin kusursuz örneklerini tasarlayan beyin. Tapınaklar, kültür merkezleri, evler, maketleri ve videoları ile sergide görülebilir. Yapımı halen devam eden Paris Borsası, Japonya’nın kuzeyindeki mistik ada Hokkaido’daki tapınak ve suyun üzerindeki kilise. Boksörlükle uğraşırken mimarlığa geçiş yapıp akşam dersleri ile çizmeyi öğrenmiş, marangozhanede yaptığı üç boyulu maketler, Le Corbusier binalarını görmek için çıktığı yolculuklar klasik anlamda bir mimarlık öğrencisinin kariyer yolundan uzakta bir hayat hikayesine sahip. Hayali biz bu dünyadan gittikten sonra da kalacak olan yerler ve ebedilik özlemi eserlerinin ardından yatan ruh.
Pompidou’da bir diğer sergi 1900’lerin başında Paris’te doğan Kübizm akımını konu alıyor. Picasso ve Georges Braque bu akımın öncülerinden. Geleneksel resimden radikal bir şekilde kopup geometriyi ve soyutlamayı teknik olarak kullanan bir resim bu ve ilham aldıkları Cézanne, Gauguin gibi Batılı ressamlar kadar primitif sanatın da büyük ölçüde etkisi var. Paris’in salonlarından kısa sürede dünyaya yayılan belki de bilinen en önemli sanat akımlardan biri haline geliyor. Sergi bu primitif sanata ait maskeler, objeler ile başlıyor. Picasso’nun, bugün New York Moma’da bulunan, 1917 tarihli Avignonlu kadınlar tablosu Kübizmin doğuşunu temsil eden resimlerden. Tablonun eskizlerinde üçgen suratlar, yerlerinden fırlamış gözler, çapraz burunlar, zamandan ve mekandan soyutlanmış gibi duran bedenler. Picasso’nun 1908 tarihli La rue des Bois ve Braque’ın aynı tarihli L’Estaque manzara resimleri hem renklerde bir azalma hem de doğayı şematik anlatma ile ilk Kübist resimlerden sayılıyor ve her iki ressam da Picasso’nun ‘hepimizin babası’ dediği Cézanne’ın doğayı silindir, daire, koni ile betimleme ilkesine dayanıyor. Paris’i etkisi altına alan Kübizm Paris salonlarında yer almaya devam etmiş ve yirminci yüzyılın başlarında bir on sene kadar sanat çevrelerini meşgul etmiş.