Beatriz Milhazes’in resimlerini ilk defa Buenos Aires’teki Modern Sanat Müzesi Malba’da görmüştüm. Rio asıllı ressamın ailesi Paraty’denmiş, bu minik kolonyal kasabada bu kasaba gibi ufak bu sergiye rastladım: grafik bir yolculuk ismi.
Bugün global sanat ortamlarında tanınan ressamın resimleri soyut diye tanımlansa da sanki tropikal ülkenin tropikal resimleri gibiler: renkli, canlı, kendini farklı boyutlar ve renklerle tekrar eden daireler (ünlü Brezilyalı mimar Niemeyer’ın daireseler bina tasarımları gibi bu ülkeden doğaya aykırı hiçbir tasarımın, köşeli bir çizginin çıkmayacağını mı anlıyoruz?), arabesk diye adlandırlan biçimler. Büyük tabloların sizde uyandırdığı genişlik hissi bir de capcanlı renklerle sizi karşılayınca çocuksu bir neşeye kapılıyorsunuz… Milhazes Rio’da diktatörlük döneminde büyümüş, annesi sanat tarihçisi. Gazetecilik okumuş ama akşam derslerinde resmi öğrenmiş. Çokça yapılan Henri Matisse’den esinlendiği tesbiti bir sır değil, ressamın ilk aşkı gibi Fransız sanatçı.
Brezilya’da 80’ler jenerasyonu akımıyla birlikte, daha sonra Tropikalya akımı ile de anılmış. Sanatçının ‘eurekası’ diye tabir edilen kendi farklılığını oluşturduğu o ‘keşfetme’ anı bir teknik detayda gizli, düz plastiğe akrilik boyayı sürüp tutkal ile yapıştırdığı desenleri sonradan kanvasa taşıması.
Yaşadığı şehir Rio’nun karnavalları, grotesk geçit törenleri onu oldukça etkilemiş, ama kendini ispatlamış her sanatçı gibi tüm bunların aslında dışında kaldığını da iddia etmiyor değil. Diyor ki, “Geçitler renkleri ve temalarıyla çok çılgınlar evet, ama tüm bunlar aynı zamanda benim resmimden, atölyemden, gündelik hayatımdan oldukça uzaklar… Ben hiçbir zaman sambanın ve karnavalın içinde yer almadım, ben ‘kavramsal bir karnavalcıyım’ ”.