“Sur le Pont d’Avignon, on y danse, on y danse tous en rond” – fransızca bilmiyorsanız dahi Avignon Köprüsüne ilişkin bu ünlü Fransız çocuk şarkısını yine de duymuş olmanız oldukça muhtemel. 12. yüzyılda inşa edilen bu köprü Orta Çağda İtalya ve Fransa arasındaki haç yolunun en önemli ayaklarından birisini oluşturuyormuş. Rhone nehrinin üzerinden geçen köprünün bugün ancak yarısı ayakta – bu da şüphesiz oldukça enteresan bir manzara ortaya çıkarıyor. Avignon’un en bilinen yüzü şarkının da etkisiyle bu yarı kalmış köprü olsa da, benim için Avignon’un en keyifli yanı daracık sokaklarda kaybolduktan sonra kendinizi bir anda nehir önünde buluyor olmanız oluyor. Avlulara konuşlanmış havadar restoranlar da bir o kadar keyifli. Ben de bir öğlenimi bu restoranlarda geçirip, öğleden sonramı beyaz şarabın ruhumda yarattığı sanatsal duygularla o dönem Avignon’da devam eden ve kadın sanatçıları öne çıkaran sergileri gezerken buluyorum. Provence’ın genelinde olduğu gibi, Avignon da özellikle yazları nitelikli sanat sergileri anlamında oldukça hareketli bir bölge. Bu sanat etkinlikleri arasında en popüleri de her yıl Temmuz ayında gerçekleşen performans sanatları festivali. Şehir içindeki Papazlar Sarayı gibi ünlü yapıları da şehirde sıklıkla gerçekleştirilen sergiler için kullanılabiliyor. Sanat, tarihi mimariyle birleşince haliyle tüm bu sergileri gezmek de daha keyifli hale geliyor. Papazlar Sarayının tarihi ise oldukça ilginç. 1300’lü yıllarda Papanın Roma’dan ayrılıp Avignon’a gelmesi neticesinde inşa ediliyor saray. Yaklaşık 70 yıl kadar Papalık da Vatikan yerine Avignon’da devam ediyor. İşte bu dönem Avignon en güçlü dönemlerinden birisini yaşıyor. Bence halen Provence şehirleri arasında diğerlerine göre kendisini biraz daha üstün gören bir şehir Avignon. Sokakları kafeleri, hatta insanları da biraz daha havalı. Belki de Provence’ın St. Tropez’i olarak da niteleyebiliriz Avignon’u. Bu üstten bakış ama sizi yıldırmasın, konaklamasınız da muhakkak ziyarete değer bir şehir Avignon.