Şehirlere karşı o kadar önyargılıyım ki, bu önyargı neredeyse sonradan Dünya’da en sevdiğim şehirlerden birisi haline gelecek Aix-en-Provence’la hiç tanışmama yol açacaktı. Provence’ın dağ kasabalarına odaklı seyahatimde, Marsilya’dan kalkan otobüs Aix-en-Provence’ın içinden geçiyor. Rotaya dahil etmediğim bu şehri otobüsten gördüğüm kadarıyla o kadar beğeniyorum ki, neredeyse o an otobüsten atacağım kendimi. Neyse ki bunu yapmıyorum ama gittiğim dağ kasabasında iki gün kalıp, programımı değiştirerek Aix-en-Provence’a geri dönüyorum. Fransa’nın güneyindeki bu küçük şehri sizler de belki ünlü Fransız ressam Cézanne vesilesiyle biliyorsunuzdur. Cézanne’ın hem doğduğu hem de hayatının büyük bir kısmını geçirdiği bu şehir, Cézanne’ın bir çok resminde de yer alan St. Victoire Dağının da dibinde. Şehre ilk ziyaretim Cézanne ile ilgili bir çok etkinliğin olduğu bir döneme denk geliyor. Etkinlikler dışında da ziyaret edebileceğiniz ve Cézanne’ın bıraktığı haliyle duran stüdyosuna ek olarak Cézanne’ın hayatına yönelik bir çok sergiyi de gezme fırsatım oluyor. Ünlü Fransız yazar Emile Zola ve Cézanne’ın çok yakın arkadaş olduğunu da bu vesileyle öğreniyorum. Çocukluklarında Aix-en-Provence sokaklarında başlayan bu arkadaşlık, sonrasında Paris’e de uzanıyor. Sıklıkla küslüklere gebe ve fırtınalı olarak niteleyebileceğimiz bir arkadaşlık var aralarında. Öyle ki, Cézanne’ın annesinin ölümüne ek olarak hayatında en çok kahrolduğu dönemleri bir Emile Zola ile küstüğü bir de Emile Zola’nın öldüğü zamanlar olarak anlatıyor bir çok kaynak. Zola öldüğünde Cézanne kendisini stüdyosuna kapatıyor ve günlerce çıkmıyor. Her ne kadar stüdyoya kapansa da, bu dönem Cézanne’ın hayatında resim yapma isteğini kaybettiği tek dönem olarak da tanımlanıyor. Aix-en-Provence küçük avluları, kafelerle çevrili Cours Mirabeau ve mimarisiyle harika bir şehir. Şehri Cézanne’ın izlerini takip ederek gezmek ise ayrıca bir keyif.